Kurtuluş Savaşı, İslâm tarihi açısından muhteşem bir zafer destanı olduğu gibi, beşer tarihi açısından da mazlum insanların medar-ı iftihârı olacak bir hâdisedir. Birinci Dünya Savaşı’nda, yedi cephede yedi düvelle savaşmış, 1,5 milyon evladını şehid vermiş, yüz binlerce evladı kolunu, gözünü, bacağını kaybederek gâzi olmuş, yüz binlerce evladı esir düşmüş bir millet; Anadolu’daki bir avuç mücahidle ve sağ kalan kadın, çocuk, yaşlı bütün vatan evlatları ile, “Ya Allah, Bismillah!” diye ayağa kalkmış, eli silah tutanlar cephede savaşırken Şerife Bacılar kağnılarla cepheye silah ve mühimmat taşımış, nineler askerlerimize atlet dikip, çorap ve kazak örmüş. Üstte yok, başta yok, ancak kalblerinde lebaleb iman aşkı dolu vatan evlatları dillerinde tekbirle, “Allah Allah” nidalarıyla düşmanın üzerine atılmış ve çok zorlu bir mücadeleden sonra düşmanı yurttan kovmuşlardı. 30 Ağustos 1922’de Dumlupınar Meydan Muharebesi, 9 Eylül 1922’de ordularımızın İzmir’e girişi, savaşın son durumunu belli etmişti. 24 Temmuz 1923’te Lozan Antlaşması imzalandı. İşte ne olduysa o tarihten sonra oldu. 1924’ten sonra devrimler peş peşe yapılmaya başlandı. Geçen yazımızda söylediklerimizi tekrarlayalım. Bu yapılanların, dünya tarihinde, beşer tarihinde bir benzeri yoktu. Kurtuluş mücadelesini veren o şehitler ve gâziler, bunun için mi mücadele etmişlerdi?
Neler yapıldı? Bir kısmını hatırlayalım:
3 Mart 1924’te Hilafet Müessesesi kaldırıldı.
7 Ocak 1924’te Tevhid-i Tedrisat Kanunu çıkarıldı. Bu kanuna göre bütün medreseler de Millî Eğitim Bakanlığına bağlandı. Sonradan yapılan bir operasyonla bütün medreseler kapatıldı.
3 Mart 1924’te “Şer’iye Vekaleti” [Şeriat Bakanlığı] kaldırıldı.
8 Mart 1924’te; bütün dinî mahkemeler kaldırıldı.
25 Kasım 1925’te Şapka Kanunu çıkarıldı. Bu kanun vesilesiyle binlerce vatandaşın canı yandı. O devirde bilhassa Ege Bölgesi’nde birçok vatandaş öldürdüğü Yunan gâvurunun şapkasını giymek mecburiyetinde kaldı.
30 Kasım 1925’te; tekke, zaviye ve türbeler kapatıldı.
17 Şubat 1926’da; İsviçre Medeni Kanunu Türkçeye tercüme edilerek “Türk Medeni Kanunu” olarak kabul edildi.
1 Mart 1926’da İtalya Ceza Kanunu Türkçeye tercüme edilerek Türk Ceza Kanunu olarak kabul edildi.
1 Mart 1926’da; bütün orta dereceli okullardan din dersleri kaldırıldı.
28 Mayıs 1927’de; binalar üzerindeki Osmanlıca Kur’an harfleriyle yazılmış bütün tuğra ve methiyelerin kaldırılması hakkında kanun çıkarıldı. Bu kanuna dayanılarak binlerce kitabe imha edildi.
3 Şubat 1928’de İstanbul’da ilk Türkçe hutbe okundu.
1 Kasım 1928’de; harf inkılâbı yapıldı.
1 Ocak 1929’da; Arapça harflerle dilekçe yazılması ve kitap basılması yasaklandı.
1931’den itibaren bütün okullardaki ders kitaplarında başta Allahu Teâlâ’ya olan inanç ve İslâm’ın temel değerleri aleyhine ifadelere yer verildi.
24 Kasım 1934’te uyduruk bir kararname ile Ayasofya cami olmaktan çıkarılıp müze haline getirildi. Böylece 481 yıl Ezan-ı Muhammedi okunup beş vakit namaz kılınan fethin sembolü bu mâbedin kapısına kilit vurulmuş oldu.
1930’dan itibaren yüzlerce tarihi eser, ya yıkılmış ya satılmış ya da depo, pavyon gibi aslî gayesine yakışmayan işlerde kullandırılmıştır. Sirkeci Garı’nın yakınındaki Merzifonlu Kara Mustafa Paşa Camii 50 sene pavyon olarak kullanılmıştır. Sultanahmet Camii, uzun müddet han ve depo olarak kullanılmıştır.
Türkiye Anıtlar Derneği İstanbul Şubesi tarafından hazırlanıp 1954’te basılan “Abidelerimiz” isimli eserde İstanbul’da bu şekilde kapalı ve meşgul camilerin listesi verilmiştir. Bu camilerin sayısı 113’tür. Yani İstanbul’da yok edilen ve aslî gayesi dışında kullanılan camilerin sayısı…
Bu hamur çok su götürür. Biz bu konuyu pek çok kitapta belgeleriyle işledik. Meraklıları 12 ciltlik Yakın Tarih Ansiklopedisi’ne; “İşte Zulmün Belgesi”, “Bize Nasıl Zulmettiler”, “Oy Zulüm Zulüm”, “İslam Birliği Üzerine Oynanan Oyunlar”, “Türkiye Üzerine Oynanan Oyunlar”, “Kim Cumhuriyetçi Bediüzzaman mı M. Kemal mi?”, “Türkiye Cumhuriyet İslâm Devleti Olarak Kuruldu” isimli kitaplarımıza bakabilirler.