Bizim gibi yazarların içi dışı bir, çizgisi belli olmalı. Yanardöner, fırıldak olmamalı. Sabitkadem olmalı. Yani yeri belli olmalı… Ben kendi nefsimden mesulüm. Devlete mal beyanında bulunduğumuz gibi, kamuoyuna da çizgimizin, yerimizin neresi olduğunu beyan etmek durumundayız.
Ben evvelemirde Müslüman’ım, elhamdülillah. Çizgimiz belli. Sevgili Peygamberimizin (A.S.M.) getirdiği İslâmiyet’e hüve hüvesine iman etmişim. Sahabe-i kiramın sahiplendiği davayı dava bilmişim. Okçular Tepesi’nde duranlardanım.
Şayet o devirde yaşamış olsaydım, yerim İmam-ı Ali’nin (R.A.) yanı olurdu. Zira Allah’ın arslanı bu yiğit ceddimiz Adalet-i Mahza’yı esas almıştı. Yine yerim, Hz. Hüseyin’in (R.A.) yanı olurdu. İslâm davasının bu tavizsiz neferi, halife sıfatına layıktı. Ümmetin icma’ıyla seçilmişti. Ancak halifeliğin payidar olması için güç lazımdı, destek lazımdı. Kûfeliler de bu destek için söz vermişlerdi. Ancak sonradan kalleşlik yaptılar saf değiştirdiler. Hz. Hüseyin ise, çizgisinden sapmadı. Haktan taviz vermedi. Hayatı pahasına da olsa, İslâm nizamını korumaya karar verdi ve bu uğurda hayatını verdi, şehit oldu. Peki, Hz. Hüseyin (R.A.) kayıp mı etti? Hayır, bin kere hayır! O kazandı. Hem de öyle bir şanlı zafer kazandı ki, kıyamete kadar gelecek ümmete nümûne-i hüsn-i misal oldu. İşte yapılması gereken budur: İşin ucunda can vermek de olsa davadan taviz vermemek, zalime boyun eğmemek gerek… Bakınız bütün ümmet Hz. Hüseyin’i rahmetle, şefkatle, muhabbetle yâd ediyor. Adını çocuklarına veriyor. Siz hiç bu ümmette Yezit isimli birine rastladınız mı? Bu tiksinti ve lanet bu dünyadaki ceza, âhiretteki cezasını hepimiz seyredeceğiz… İşte bu temel ölçülerden dolayı benim yerim Hz. Hüseyin’in (R.A.) yanıdır.
Benim yerim, Celaleddin Harzemşah’ın yanıdır. O yiğit mücahit, “Sen muzaffer olacaksın!” diyenlere şöyle diyordu: “Benim vazifem Allah yolunda cihat etmektir. Muzaffer edip etmemek Allah’ın bileceği iştir. Ben vazifemi yaparım, Allah’ın işine karışmam.” O devirde Şamanist ve müşrik Moğollar İslam yurtlarının altını üstüne getiriyorlardı. O zalim taifeye karşı Celaleddin Harzemşah bir avuç inanmış toplulukla zulme ve zalime karşı çıkıyordu.
Benim yerim Sultan Alparslan’ın yanıdır. Bu kahraman ecdat, 54 bin erle, 200 bin kişilik Bizans ordusuna karşı çıkmış, Malazgirt’te kazandığı muhteşem zaferler, şu güzel Anadolu beldesini Müslümanlara yurt yapmıştı. Cenab-ı Hak kendisinden ebediyen razı olsun.
Benim yerim, Osman Gazi’nin ve ahfadının yanıdır. Şanlı büyüğüm Fatih Sultan Mehmet’in, Yavuz Sultan Selim’in ve cihat meydanlarında at koşturan, kılıç üşüren o şanlı kumandanların, yiğit askerlerin yanıdır.
Benim yerim, Çanakkale’de vuruşan o yiğit askerlerimizin yanıdır. Yedi cephede dünyanın en azgın keferelerine karşı vuruşan kahramanların yanıdır. Kurtuluş Savaşı’nda çok zor şartlar altında vatan müdafaasına koşan o kahraman ecdadın yanıdır.
Arkadaş, gayet net bir şekilde beyan ediyorum. İşte yerim belli, yurdum belli. Ben Antepliyim. On bir ay, kahramanca şehrini müdafaa eden o kahraman insanların ahfadıyım. Şahin Bey’lerin, Şehit Kâmil’lerin, Özdemir Bey’lerin hemşerisiyim. “Gazi ünvanını” şerefiyle hak etmiş bir diyarın sakiniyim. Bir yanımda düşmana okkalı şamar indirmiş Kahramanmaraş, bir yanımda, düşmanı peygamberler diyarından kovalayan Şanlıurfa var. Ben işte bu mücahit insanların yaşadığı beldelerin çocuğuyum.
Bence maddî muhasebeden ziyade, bu manevî muhasebe mühim. Elhamdülillah yerim belli, yurdum belli. Zikrim belli, fikrim belli. İçim belli, dışım belli. Biz köşe yazarları belli zamanlarda devletin ilgili kuruluşlarına “mal beyanında” bulunuyoruz. Bu da efkâr-ı ammeye, nerede durduğumuzun beyanı olsun. Bir konuyu tekrar tekrar yazmayı sevmem. Bu yazı tarihe bir not düşmek olsun. Bizim kim olduğumuzu, yerimizi, çizgimizi merak edenler, işte bu yazıyı okusun…