Son İstanbul seyahatimde yayıncılarla sohbet ediyoruz. Hepsi de okuma nispetinin çok düştüğünü söyledi. Bu konuda korkunç bir gerileme varmış. Bu konuyu genişçe konuştuk. Söyledikleri şu: “Millî Görüş camiası okumuyor. Ülkücüler okumuyor. AK Partililer okumuyor. Öğretmenler okumuyor. Din görevlileri okumuyor. Öğretim görevlileri okumuyor. Üniversiteliler okumuyor. Ortaokul ve lise tahsilindekiler okumuyor. Eee biz kitabı kime vereceğiz? Bu durumda yazarların kitaplarını nasıl basacağız?”
Bu konu gerçekten çok mühimdi. Hani derler ya, “Beka meselesi…” İşte bu konu da beka meselesiydi. Bir ülkenin, bir halkın ayakta durma, var olma ve yok olma konusuyla yakından ilgiliydi. Peygamber Efendimize (a.s.m.) Peygamberlik vazifesi verildiğinde, ilk emrin “İkra’” yani “Oku!” olması çok manidardır. İşte bu bakımdan okumanın dinimizdeki yeri çok mühimdir. Okumanın insan olmakla, kemâlata kavuşmakla çok yakından ilgisi vardır. Okumanın ilerlemekle, terakki ile gelişmekle, muvaffakiyetlerle çok yakın ilgisi vardır. Okumayı terk etmek demek, kolayca tefrikaya düşmek, tedenni çukuruna yuvarlanmak demektir.
Doğrusu bu ya, yayıncıların konuşmaları ve tespitleri moral bozucuydu, kuvve-i mâneviyeyi kırıcı mahiyetteydi. Bu konuyu uzun uzun düşündüm. Peki, ne yapacaktım? Yazmaktan vaz mı geçecektim? Hayır efendim, bilakis daha da gayretle çalışmaya, yazmaya devam edecektim. Benim işim yazmak. Netice Rabbü’l Âleminin takdiri… Celaleddin Harzemşah’ın sözü bizim için de geçerli. Bu namdar kumandan bir sefere çıkarken, kendisine, “Hünkârım muzaffer olacaksınız!” diyenlere şu cevabı vermiş: “Benim vazifem Rabbimin rızası uğruna cihat etmektir. Muzaffer edip etmemek, Allah’ın takdiridir. Ben vazifemi yaparım. Vazife-i İlâhiye’ye karışmam.”
Benim yazarlığım da bir tuhaf. Şov bilmem. Reklâm bilmem. Pazarlama bilmem. İktidarla ve belediyelerle diyalogum yok. Buyursunlar, incelesinler pek çok kitaplarımız okullarda, hatta askerî okullarda ve polis yetiştiren okullarda okutulacak mahiyettedir. (Kurtuluş Savaşı Serisi, Zafer Yolu Serisi, Fetih Yolu Serisi ve sair kitaplarımıza bakılsın.) Ancak ne garip ki gariban bir vaziyette bir köşeye itilmiş vaziyetteyiz. Bu kitapları telif ederken, “Gurbetçi” diye bilinen Avrupa ülkelerinde çalışan insanlarımızın çocuklarını da muhatap almışız. Onlar da okumuyor. O ülkelerde yayıncılık yapanları da tanımıyorum.
Kendi kabuğumuza çekileli tam 28 sene olmuş. Konferans, seminer, sempozyum, açık oturum, TV ve radyo programları, imza merasimleri yok. Tabiri caizse nisyan perdesine bürünmüşüz. Kabiliyetimizi hafâ turabına atmışız. Eee böyle yazarlık mı olur! Piyasa şartlarına uymamışız.
Bazı konularda fikrim değişmedi. Meselâ imza merasimlerine sıcak bakmıyorum. Ancak kitaplarımızı okuyan kesimle sohbete açığım. Kitaplarımızı okuyacaklar, o konuda birlikte tahlil yapacağız. Buna varım.
Rabbim (c.c.) bize böyle bir kabiliyet vermiş. Ümmetin kahir ekseriyetinin bizim gibi araştırmaya, kütüphanelere gitmeye vakti yok. Vakti olsa bile bu apayrı bir konu. Biz, tıpkı arının bal yapmak için yüzlerce çiçeği dolaşması gibi, bazen yüzlerce kitabı araştırmaktayız. Arşivlere bakmaktayız. Böyle böyle ümmete ve genç nesle faydalı olacak bilgiler güldestesini derleyip sunmaktayız.
Kâğıt pahalı, baskı maliyetleri artmakta, okuma nispeti düşüyor, herkesin elinde cep telefonu, okuyan yok! Tamam da biz ne yapacağız? Şahsen ben, araştırmaya ve yazmaya devam edeceğim. Allah’ın izniyle elimdeki çalışmaları tamamlayacağım. Mesela gündemimde Kurtuluş Savaşında TBMM ve Cephelerimiz var. Fatih Sultan Mehmet Hayatı ve Cihadı var. İslâm Birliği İçin Çalışanlar var. Var oğlu var… Son nefese kadar devam inşallah… Son sözüm şu: Ey zillet içerisindeki Müslümanlar! Kurtuluşun yolu okumaktan geçmekte. Okumadan olmaz. Okumadan birlik de olmaz. Okumadan dirlik de olmaz. Okumadan Kudüs de kurtulmaz, diğer esir beldeler de… Siz bilirsiniz, ister okuyun, ister okumayın. Tercih sizin…