Tekfir, yani birine “kâfir” deme, çok veballi, çok ağır dünyevî ve uhrevî mesuliyeti ve cezası olan, insanın söylemeyi bırakın, zihninden geçirmesi bile mesuliyeti mucip bir fiildir. Neticesi bu kadar ağır olan bir fiili günümüz insanı maalesef çok kolayca işlemektedir. İşin öncesini, sonrasını, vebalini, uhrevî cezasını, başına açacağı işleri hiç düşünmemektedir.
Bu ülkede yetişmiş değerli âlimlerimizden Molla Muhammed El-Kersî, “Tekfir etme hastalığı” ile ilgili, müdellel (delilli, kaynaklı) bir açıklama yaptı. Evvelâ “Ehl-i Kıble Tekfir Edilmez” başlıklı bu ilmî izahı birlikte okuyalım:
“Cenâb-ı Hak, Nisa Suresi’nde (mealen) şöyle buyuruyor: “Size selâm verene, ‘Sen, mü’min değilsin.’ demeyin” (Nisa / 94).
Resul-i Ekrem (s.a.v.) de hâdis-i şeriflerinde şöyle buyurmuşlardır: “Hiç kimse, başkasına fâsık ve kâfir demesin. Şayet o kimsede bu haller mevcut değilse, o söz, onu söyleyene döner” (Buharî, Edeb, 44).
“Kim, bir adamı, ‘Ey kâfir!’ diye çağırır veya ona, ‘Ey Allah’ın düşmanı!’ derse, o adam da böyle değilse, bu söz, söyleyenin kendisine döner” (Buhârî, Edeb, 44; Müslim, İman, 112).
“Bir adam, din kardeşine, ‘Ey kâfir!’ derse, bu söz ikisinden birine döner. Eğer böyle denilen kişi söylenildiği gibi ise, söz doğrudur; yerini bulmuş olur. Aksi takdirde bu söz, söyleyene geri döner” (Buhârî, Edeb, 73; Müslim, İman, 111. Tirmizî, Îmân 16.).
“Ulema-i İslâm mezkûr hadis-i şeriflere şu manayı vermişlerdir: 1. “Din kardeşine kâfir demeyi helâl sayan, bir Müslüman’a kâfir demeyi caiz gören, kendisi küfre düşmüş olur.” 2. “Din kardeşine kâfir demenin günahı ve vebali kendisine döner. Yoksa kendisi kâfir olur, dinden çıkar demek değildir” (Nevevi, Sahîh-i Müslim Şerhi, 2 / 51).
“Amelî mezhep imamları, Kur’an ve Ehâdis-i Nebeviyye’den ittifâken şu hükmü istihrâc etmişlerdir: “Riddetin ispatı, iki âdil şahidin şehâdetiyle ve hâkimin vereceği hükümle gerçekleşir. Hâkim, mürtet hakkında vereceği hükümden önce şunu yapar: Hâkim üzerinde vaciptir ki, önce onu dine davet etsin. Bir görüşe göre, bu davet sünnettir. Bu davet karşısında o şahıs, hemen Müslüman olmalıdır. Bir kavle göre ise, mahkeme-i şer’iyyece kendisine üç güne kadar mühlet verilir. Eğer o şahıs, batıl itikadından vazgeçip Müslüman olmazsa, o zaman irtidâdına hükmolunup mahkeme-i şer’iyyece öldürülür.”
“Gerek Şafiî ve gerek Hanefî fıkıh kitaplarında geçen tekfîr hakkındaki bazı örneklerden dolayı halkın tekfîrine kolayca gidilmemelidir. (Bu cümlede geçen küfürden murat, lâzım-ı küfürdür; iltizam-ı küfür değildir.) Çünkü bu tekfir meselesi, gayet tehlikelidir. Bazen kişi, yanlış bir hükümden dolayı Müslüman birini tekfir etmekle kendisi kâfir olur” (Kitâbu’l-Fıkh Ale’l-Mezâhibi’l-Erbaa, c. 5, s. 423-424; Tuhfetu’l-Muhtâc, c. 9, s. 88).
“Demek amelî mezhep imamlarının beyanatına göre; dâhil-i İslâm’da eşhasın küfrüne, ancak mahkeme-i şer’iyyece hükmedilir. Mahkeme-i şer’iyyenin dışında halkın birbirlerini tekfir edip bunu karara bağlamaları caiz değildir.
Bu zamanda ise, mahkeme-i şer’iyye ve şer’i hâkim mevcut olmadığından, dâhil-i İslâm’da eşhasın küfrüne hükmedilemez. Bizler, keyfe mâyeşâ isim belirtip, şahıs, cemaat, cemiyet, hizip tayin ederek birilerini tekfir edip küfrüne karar veremeyiz. Bununla beraber, insanı küfre götürecek inanç, söz ve fiilleri öğrenip öğretmek de vazifemizdir.
Evet, Dâr-ı İslâm’da Kur’an ve sünnet hadimlerinin vazifesi, tebliğ vasıtasıyla halkı küfür ve küfrandan kurtarmaktır. Yoksa Kur’an ve sünnet hadimlerinin vazifesi; bir şahsın, bir cemaatin, bir cemiyetin, bir hizbin küfrüne hükmetmek veya onların küfrünü teşhir etmek veyahut onların küfrüne terettüp eden cezayı tatbik etmek değildir. Zira bu vazife, Devlet-i İslâmiye’ye aittir.”
Bu değerli âlimimizin de temel kaynaklara dayanarak açıkladığı gibi, bilhassa bizim ülkemiz gibi Dâr-ı İslâm’da âbâ ve ecdâdı Müslüman olan kimseleri tekfir etmek çok yanlış, çok veballi bir davranıştır. Hele hele elimizde birkaç şeâir-i İslâm kalmışken, şeâir-i İslâm’dan biri olan cenaze namazı kılınması hususunda, “Falan kimsenin cenaze namazı kılınmasın, camiye getirilmesin!” demek, çok veballi sözlerdir. İyisi mi tekfir hastalığına bulaşmayalım, dilimize sahip olalım, cenaze namazı kılınması için camiye getirilenlere dil uzatmaktan sakınalım. Bu helâket ve felaket asrında kendi nefsimiz için ayet-i kerimede beyan buyrulduğu üzere “Müslüman olarak ölmenin” ilmini elde edelim, çaresini arayalım…