“Dünyanın en acâip, en tuhaf hâdisesi nedir?” sorusuna herkes farklı cevap verebilir. Bir tarih ve yakın tarih araştırmacısı olarak benim vereceğim cevap şudur: Hz. Âdem Aleyhisselam’ın yaratılışından sonra insanlık tarihindeki en acâip, en tuhaf hâdise; bu ülkede Kurtuluş Mücadelesi kazanıldıktan sonra yaşanılan gelişmelerdir. Ne Fransız Devrimi, ne Bolşevik Devrimi, ne Birinci Dünya Savaşı, ne İkinci Dünya Savaşı, bütün bunlar ülkemizdeki o gelişmelerin yanında basit hâdiseler kalır.
Dikkat buyurun, lütfen bu söylediklerimizi, söyleyeceklerimizi dikkatlice dinleyin, tâkip edin ve tahlil edin… Kurtuluş Savaşı verildiği esnada, bu ülkedeki devlet bir İslâm devleti idi. Osmanlı Devleti hukuken hayatta idi. Başta Hilafet ünvanını da deruhte eden padişah vardı. Hilafet demek, yeryüzündeki bütün Müslümanların temsilcisi demekti. Bu bakımdan mesele Hindistanlı Müslümanlar (Sonradan Pakistan ve Bangladeş olarak ortaya çıkan devletler ve Hindistan sınırlarında kalan Müslümanlar) Osmanlı Devleti’ne dahil olmamakla birlikte Hilafet müessesesine bağlı idiler ve bunun için Kurtuluş Savaşı’na maddeten muazzam katkıda bulunmuşlardır.
Kurtuluş Savaşı esnasında mer’iyette olan 1921 Anayasası’nda “Devletin dini, din-i İslâmdır” yazılı idi. Meclisin aslî vazifelerinden biri Şeriat hükümlerinin tenfizini (infaz edilmesini, gerçekleşmesini) sağlamaktı. Kabinede “Şer’iye ve Evkaf Vekaleti” ile “Mezahib Vekaleti” yani bakanlıkları vardı. Ülke genelindeki bütün mahkemelerde Şer’î hukuk, yani İslâm hukuku uygulanmakta idi.
Tarihî hakikatleri satır başlarıyla nakletmeye devam edelim: TBMM 23 Nisan 1920’de açılacaktı. Açılıştan önce 21 Nisan 1920 tarihli, “Heyet-i Temsiliye Namına Mustafa Kemal” imzalı ve bütün yurt sathına dağıtılan tamimde; TBMM’nin Cuma günü, Kur’an-ı Kerim tilaveti, Hadis-i Şerif okunmasıyla, tekbirlerle, Sancak-ı Şerif ile açılacağı belirtilmişti. TBMM tamimde yazıldığı gibi muhteşem bir merasimle açıldı. Meclis de savaş boyunca her gün Kur’an-ı Kerim tilaveti, orduya duâ ile çalışmasına başladı. O yıllarda M. Kemal Paşa’nın yapmış olduğu konuşmalardan bazılarından kısa paragraflar iktibas edelim:
23 Temmuz 1919 günü Erzurum Kongresi’nde yaptığı konuşmada şöyle diyordu: “En son olarak niyazım şudur ki, Cenâb-ı Vâhibü’l-âmâl Hazretleri Habib-i Ekremi hürmetine bu mübarek vatanın sâhip ve müdâfii ve diyanet-i celîle-i Ahmediye’nin ilâ yevmi’l-kıyâm hâris-i esdâkı [İslâmiyet’in kıyamete kadar en sâdık koruyucusu] olan millet-i necibemizi ve makam-ı saltanat [saltanat makamı] ve hılâfet-i kübrâyı masun ve mukaddesâtımızı düşünmekle mükellef olan heyetimizi muvaffak buyursun. Âmin” (Nutuk, c. 3, s. 931)
2 Ocak 1924tarihli 394 sayılı kanunla Cuma günü hafta tatili olarak kabul edilmişti.
M. Kemal Paşa’nın 7 Şubat 1923 Çarşamba günü Balıkesir Zağanos Paşa Camii’nde yaptığı konuşma çok dikkat çekiciydi. Devrin gazetelerinde manşetlik haber olarak yayınlanmış olan bu konuşmasında M. Kemal Paşa şöyle diyordu:
“Ey millet, Allah birdir, şânı büyüktür. Allah’ın selâmeti, atîfeti ve hayrı üzerinize olsun. Peygamberimiz Efendimiz hazretleri, Cenab-ı Hak tarafından insanlara hakâik-i diniyeyi tebliğe memur ve resul olmuştur. Kânun-u Esâsîsi [Anayasası], cümlenizce mâlumdur ki, Kur’an-ı Azimüşşân’daki husustur. İnsanlara feyz vermiş olan dinimiz akla, mantığa ve hakikate tamâmen tevafuk ve tetâbuk ediyor. Eğer akla, mantığa ve hakikate tevâfuk etmemiş olsaydı, bununla diğer kavânin-i tabiiye-i İlâhiye beyninde tezat olması icap ederdi. Çünkü bilcümle kavânin-i kevniyeyi yapan Cenab-ı Hak’tır.” (Zafer-i Millî Gazetesi (Balıkesir); Kâzım Karabekir Anlatıyor, s. 72-73)
Bu şekilde konuşanlar, o icraatları nasıl yapar? İşte dünyanın en tuhaf hâdisesi dememizin sebebi budur. Zihinlerdeki kavram kargaşasını ve akıllardaki şaşkınlığı gidermeye çalışacağız. Söz gerçeklerin, daha doğrusu “gerçek tarih”in…