“Diriliş Destanı”nın bu 21. yazısında, “Ârife bir işaret yeter” diyerek konuya hâtime vereceğiz. Bu son yazımızda, ilk yazımızı hatırlayalım. Bu vatana 26 Ağustos 1071 Malazgirt zaferiyle ayak basmışız. Daha doğrusu, Allah-u Azimüşşan, atalarımıza bu vatanı ihsan buyurmuş. O tarihten sonra ecdâd, İ’lâ-yı Kelimetullah uğruna kanını selsebil etmiş. Bu Anadolu karış karış düşmanla mücadele edilerek yurt edinilmiş. Daha sonra Rumeli’de, ondan sonra Avrupa’da, Asya’da, Afrika’da İslâm sancağı dalgalandırılmış.
Lütfen tarihi ve tarihimizi iyi okuyalım. Biz bu yazılarımızla, o kahraman ecdâdın mîrasına sahip çıkmaya ve o şehid ve gâzilerin hakkını ve hukukunu müdafaa etmeye çalışmaktayız. Bunu yapmak, bu vatanda yaşayan herkesin boynuna borçtur.
Niğbolu’da, Kosova’da, Varna’da, Preveze’de, İstanbul’un fethinde ve yüzlerce şehrin ve beldenin fethinde o kahraman ecdâdın yegane gayesi İ’lâ-yı Kelimetullah idi. Ulubatlı Hasan, en ön safta savaşmak için can atmaktaydı. Surlara çıkıp da sancağı dikince, vücuduna saplanan oklara aldırış etmemiş, bir arkadaşının Ezan-ı Muhammedi okuyuşunu dinleyerek şehâdet şerbetini içmişti. 14-15 yaşındaki çocuk yaştaki kahramanlar, her yaştan gâziler Çanakkale’den düşmanı geçirmemek için canlarını feda etmişlerdi. Kurtuluş Savaşı’nda çocuklar, kadınlar, dedeler, nineler ve eli silah tutan yiğitler savaşa iştirak etmişti. Gaye tekti; Bu İslâm yurdunun İslâm olarak kalması… Hürriyetin ve istiklâlin sembolü ay-yıldızlı bayrağın hür bir şekilde dalgalanması… Yazılarımızda da belirttiğimiz gibi Lozan’dan sonra ortaya çıkan icraatlar, o zamanlar hiç kimsenin aklından, hayalinden geçmemişti, geçmesi de mümkün değildi. Kurtuluş Mücadelesi esnasında birliğin sembolü bir halife vardı, bütün Müslümanları Anadolu’ya rapteden Halifelik müessesesi vardı. Anayasada “Devletin dini, din-i İslâmdır” deniliyordu. Kurtuluş Savaşı’nda ve öncesinde asırlar boyunca savaştığımız, karşı karşıya geldiğimiz düşmanların hukuk sistemlerinin ve mevzuatlarının alınacağı hiç kimsenin aklına, hayaline gelmiyordu, zaten gelmezdi de…
60, 70, 100 yıllık tarihî hâdiselerden sonra başımızı ellerimizin arasına alıp düşünelim: Biz onlardan, şunlardan ne fayda gördük? Haydi adını koyalım; NATO’dan, AB’den, ABD’den ne fayda gördük. Onlardan alıp kullandığımız ilaçlar, panzehir değil, zehir etkisi yaptı. Onların işaret ettiği yol, uçurumlarla, engellerle dolu idi. Onlar yüzünden sağımızdaki, solumuzdaki İslam yurtları viraneye döndü. Milyonlarca masum insan cenazeleri üst üste yığıldı. Milyonlarca çocuk anasız, babasız kaldı. Milyonlarca insan evini barkını terk etti. Milyonlarca insan her gün kanlı gözyaşı dökmeye devam etti. Peki, sorgulama zamanı gelmedi mi? Bütün bu yaptıklarıyla onlar dost mu, düşman mı?
Onlar reel karşılığı olmayan kağıt akçeleriyle, bizim bünyemize uymayan kanunlarıyla, gerçekte imanlı sinelere işlemeyecek silahlarıyla tahakkümde ve tasallutta bulunmak, isteklerini hod be hod kabul ettirmek istiyorlar. Peki, yüz yıllık tecrübeden sonra, tıpkı Fatih Sultan Mehmed ceddimiz gibi ve adlarını saymakla bitiremeyeceğimiz o yiğit kahramanlar gibi; “Neyiniz var, neyiniz yoksa alınız başınıza çalınız! Bizi yıldıramazsınız, bizi korkutamazsınız!” deme zamanımız gelmedi mi?
İster sağdan sayın, ister soldan, ister üstten sayın, ister alttan; bu vatanda yaşayanların yüzde 99’u Müslüman’dır. Geride kalan yüzde 1 de bizim tabirimizce, “Ehl-i zimme”dir ve onların da can, mal ve namus emniyeti biz Müslümanların zimmetindedir. Bu vatan da bin yıllık İslâm yurdudur. Bu temel gerçekler değişmez, değiştirilemez.
İslâmiyet demek, ismi gibi, emniyet, huzur ve selamet demek. İslamiyet demek, hayatın her safhasıyla ilgili hükmü var demek. Mesela İslâmiyet, kanımızı, iliğimizi emen faizi reddeder. Faiz sistemi, “Sen çalış ben yiyeyim” zihniyetine dayanır. İslamiyet, “Ben tok olayım da başkası açlıktan ölsün bana ne” zihniyetine, zekatı farz kılmakla son verir ve fakir fukaranın hakkını ve hukukunu gözetir. İslamiyet israfı reddeder; iktisadı, üretimi, tasarrufu teşvik eder. Geçen yazımızda belirttiğimiz gibi; Endülüslü Müslümanlar gibi, dizimizi dövmemek için, “Ya İslâm! Ya İslâm!” demeliyiz. 952 yıldır bizimle dövüşen, canımıza, malımıza, namusumuza, vatanımıza, mukaddesatımıza göz dikenleri reddetmeliyiz. Gün, yiğitçe duruş günüdür. Zafer, Hakk’ın ve Hakk’a inananlarındır. Zafer inşallah o kahraman ecdâdın torunlarınındır.