Kırk Katır Mı Kırk Satır Mı?

    Kırk Katır Mı Kırk Satır Mı?

Öncelikle bir Türkiye’nin döviz borçlarına bakalım.
Bu yılın şubat ayından ağustos ayına kadar vadesi gelecek döviz borçlarımızın toplamı 90 milyar Dolar. 
Aynı süre içinde ortaya çıkacak cari açığın da 15 milyar dolar olacağını varsayarsak bu beş aylık süre içinde bulunması gereken döviz tutarının (90 + 15 =) 115 milyar dolar olacağı sonucuna ulaşırız.  
Bu şekilde vadesi gelecek döviz borçlarına karşılık elde ne kadar döviz olduğunu görmek için TCMB’nin rezervlerine bakmamız gerekir. Buna göre kısa vadeli dış borçları karşılayacak net döviz ve altın rezervimiz 4 aylık vadedeki swapları düşersek eksi 17 milyar Dolar olarak karşımıza çıkıyor. 
Bunları bir arada ele alırsak 115 milyar Dolar döviz ihtiyacımıza karşılık (4 aylık swaplar hariç) yaklaşık 17 milyar dolar net rezerv açığımız olduğunu görüyoruz. Bu durumda en iyimser hesapla 4 aya kadar olan swapları dışarıda tutarsak (115 + 17 =) 132 milyar Dolar döviz ihtiyacımız olduğu ortaya çıkıyor.
Hesap ortada ve görünen köy kılavuz istemiyor.
Böylesine yüksek bir döviz ihtiyacına karşılık swaplar hariç net rezervlerimizin ekside olması sonucu riskler büyüyor. Riskler büyüyünce yabancı sermaye girişi de dış borçlanma imkânları da sınırlanıyor. 
Bunların sonucunda Türkiye’ye döviz girişi azalıyor. 
ABD ve Avrupa’da faizler sıfır dolayındayken bizim Hazine büyük oranlar ile borçlanabiliyor. 
Bu aralar sıklıkla gündeme getirilen bir görüş var: ‘Ülke parasının değer kaybetmesi ülkenin ihracatını artırır ve ekonomiyi rekabetçi hale getirir.’ 2019 – 2020 yılları arasında TL, Dolara karşı yüzde 31 oranında değer kaybettiği halde aynı dönemde ihracatımız yüzde 17 gerilemiş durumda. Türkiye gibi dolarizasyonun yüksek olduğu, dual paralı ve yüksek riskli ekonomilerde “kuru bırakalım gittiği yere gitsin bu durum ekonomideki sıkıntıları çözer” biçiminde özetlenebilecek bir yaklaşım kesinlikle doğru olmadığı gibi faiz artırımına gitmek  ekonomi politikası hatalarını düzelteceği beklentisi de doğru değil. Geçmiş deneyimler bu iki beklentinin de doğrulanmadığını açıkça gösteriyor.
Türkiye ekonomisinin sıkıntıları faiz artırımıyla çözümlenemez. Buna karşılık yapılacak faiz artırımı gerçek yapısal reformları  yapmak sadece sonun başlangıcı için zaman kazandırır. Eğer yapısal reformları yapmaya hazır değilsek faiz artırımından mucize sonuçlar beklemek yanlıştır.
Gerçek anlamda yapısal reformları yapmakta ne kadar gecikirsek o kadar yüksek maliyetler ödeyeceğiz demektir.
Bugün Türkiye gibi verimli olan bir topraklarda, sanayisi gelişmiş, iklimi kendi bölgelerinde güzel olan bir ülkede yatırım yapılacak paraların faiz lobisinin ceplerine dolması halkımıza ihanettir.
Bir atasözü vardır; denize düşen yılana sarılır..
Türkiye bu atasözü misali dolar kurunu düşüreyim derken faiz lobisine teslim oldu. Yenilgiyi baştan kabul eden bir takımın oyuncusu gibi topu sürekli ofsayt a atmaktan başka bir yol değildir. 
Elbette dolar kuru düşmeli ve piyasa hareketlenmelidir. Ancak bunun çaresi faizi arttırmak ile değil üreticiyi desteklemekle olmalıdır. Sanayiciyi yüksek faiz altında ezmekle değil onlara destek vererek ihracat yapmalarını sağlamakla olmalıdır. En kısa sürede tarım başta olmak üzere makine sanayi konularında yeni iş imkanları oluşturulmalı, işsizliğin önüne geçilmelidir.
Ekonomi öncelikli olarak hayatın her alanında tasarruf tedbirli reformlar yapılmalı, bütçe dengesi sağlanmalı ve cari açık bir an önce kapatılması yoluna gidilmelidir. 
Aksi takdir de sonumuz kırk katır mı kırk satır mı misali ya usd kuru ile olacaktır ya da yüksek faiz ile..

 



Bu makale için yorum yaz

Not: Telefon ve E-Posta'nız gizlilik şartları gereği tarafımızca gizlenmektedir. "Yorum ve İsminiz" herkese görünür şekilde olacaktır. Hakaret ve buna dayalı tüm sorumluluk size aittir.