50,6710
42,8345
6.177,15

Bir gün Küfe çarşısında olağanüstü bir dava görülür. Halife, aynı zamanda Peygamber’in damadı, cesaret timsali, binlerce düşmanı kılıcıyla yere seren büyük mücahit Hz. Ali (r.a.), sıradan bir Yahudi ile mahkemelik olur. İddia basittir: “Bu zırh benimdir, Ali b. Ebî Talib aldı.” Hz. Ali ise “Hayır, bu benim savaş ganimetimdir.” der.
Dava, Hz. Ali’nin bizzat tayin ettiği kadı Şurayh’ın önüne gelir. Yahudi iki şahit getirir. Hz. Ali’nin oğlu Hasan, kölesi Kays da oradadır; tek kelime etseler dava biter. Ama Hz. Ali onları yakınları oldukları için şahit göstermez. Kadı delilleri tartar ve hükmünü verir:“Ey Mü’minlerin Emîri! Delil Yahudi’dedir, zırh onundur.”
Hz. Ali tek kelime itiraz etmez, zırhı teslim eder.
Yahudi şaşkınlıkla bağırır: “Siz halifesiniz, kadı size karşı bir Yahudi’nin lehine hüküm verdi, siz de kabul ettiniz! Şahitlik ederim ki Allah’tan başka ilah yoktur, Muhammed O’nun rasulüdür. Zırh zaten senindir, ben seni denedim!”
Hz. Ali zırhı hediye eder, üstüne üç yüz altın daha verir.İşte bu tablo, İslam devletinin özünü tek başına anlatır: Güçlü de olsa halife, zayıf da olsa Yahudi; hak kiminse onun lehine hüküm verilir. Hz. Ali kendi başına o zırhı kimseye kaptırmazdı, ama İslam “gücün toplumu” değil, “kanunun toplumu”dur. Kanun, halifenin üstündedir.Bu adalet, tesadüf değildir. Hz. Peygamber (s.a.v.) Medine’ye hicret eder etmez 47 maddelik Medine Vesikası’nı ilan etmiş, Yahudiler dahil bütün kabileler bu anayasaya imza atmıştı. Böylece tarihte ilk kez yazılı bir toplumsal sözleşmeyle devlet kurulmuştu. Dört halife ve Hz. Hasan, bu anayasayı harfiyen uyguladılar.
Zekâtı devlet toplayıp devlet dağıttı; çünkü zekât sırf bireysel bir ibadet değil, aynı zamanda siyasî bir vergidir. Hz. Ebû Bekir, daha yeni halife olduğunda zekat vermeyi istemeyenler için şöyle demişti:
“Allah’a yemin olsun ki, eğer Rasûlullah (s.a.v.)’e vermekte oldukları bir deve yularını (uqâl) bile benden esirgerlerse, onun için mutlaka onlarla savaşırım!”
Bu cümle, İslam tarihinde zekâtın devlet eliyle toplanmasının farz oluşunu ve bu konuda taviz verilemeyeceğini en net şekilde ifade eden sözdür.
Bu sözden de anlıyoruz ki İslam'ı siyasetten devletten uzak görmek; Allah'ın indirmiş olduğu kitabı ve onun gönderdiği peygamberi tanımamaktır.
Ne zaman ki Yezid gibi zalimler başa geçti, nizam bozuldu, zekât bile bireyselleşti. Alimler “Devlet zulmederse zekâtınızı zulme vermeyin, kendi aranızda dağıtın” diye fetva verdiler. Bu tür fetvalar vermekle beraber, alimlerimiz daima Müslümanları siyasi olarak örgütledi teşkilatlandırdı.Resulullah'ın varisi olan alimler, daima insanları, Resulullah’ın kurduğu nizamı yeniden diriltmeye teşvik ettiler.
Bugün Müslümanların en büyük eksiği, namaza, oruca, hacca iman ettiğimiz kadar İslam’ın siyasî düzenine, adalet devletine iman etmemektir. İslam sadece camide değil, devletin yönetiminde de yaşanır. Bediüzzaman’ın “Şeriatın bir hükmü için bin ruhum olsa feda ederim” haykırışı boşuna değildir; çünkü o, ömrünü bu mücadeleyle geçirmiş, zindanlarda çürütülmüştür.
Mevlana ne güzel söylemiş: “Bulunduğun şehirde bir Musa varsa, sen ona Harun ol. Yoksa bil ki Allah seni oraya Musa olarak göndermiştir.”
Ey Müslüman! Yaşadığın yerde Allah’ın hükmünü hâkim kılmak için çalışan bir yapı, bir cemaat, bir hareket varsa, koş, omzunu ver. Böyle bir yapı yoksa, o Musa sensin.
Hz. Ali’nin zırhını Yahudi’ye teslim ettiği gün, aslında bütün insanlığa bir mesaj verdi: Gerçek güç, kanda değil kanunda; kılıçta değil adalette saklıdır.
Allah, o adaleti yeniden yeryüzüne hâkim kılmamızı nasip etsin.
Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için "çerez politikasını" inceleyebilirsiniz.