Yeni yılın ilk gününde bir gazete geçen yıl ki acı olayların arasına Ayasofya’nın yeniden İslam mabedi haline getirilmesini de dahil etti. Gerçi gazete, internet sayfasında haberin çarpıtıldığını iddia etti ve amacının 2020’de akılda kalanları hatırlatmak olduğunu söyledi. Ama haberi dikkatle okuduğumuzda gerçekten de Ayasofya’nın açılışının 2020’de meydana gelen deprem, pandemi vs. felaketlerle eşitlendiği bir haberle karşı karşıyaydık. 
Birkaç gün önce de bir siyasi “Türbanlı bir hâkimin karşısına çıktığım zaman adaleti yerine getireceği konusunda kuşkum var” dedi. O da daha sonra savunmaya geçerek “ben aslında tüm ayırımcılık ve ideolojik yaklaşımlardan bağımsız gerçek bir adalet ve hukuk anlayışı istiyorum” dedi. Muhtemelen gücün kendi iktidarında olduğu dönemlerde durum onun dediği gibiydi. Muhalif inanç ve ideoloji mensuplarına adil olunmuyordu. Çünkü insan başkasını kendisinden bilirmiş!
Esasen Türkiye ne kadar eleştirilirse eleştirilsin farklı inanç ve kültürleri sinesinde yoğurmuş bir ülke. Doğudan Batıya farklı etnik ve kültürel yapıya sahip. Din olarak kahir ekseriyet Müslüman olsa da din anlayışı itibariyle esnek veya katı pek çok dini yoruma ve anlayış da mevcut. Yani bir İran veya Suudi Arabistan değil. Bunu belki de cumhuriyet ve demokrasi gibi çoğulcu politik sistem, Anadolu’nun renkli kültürlerden süzülen tarihi geçmişi ve din anlayışı itibariyle Hanefi/Maturidi-tasavvufî geleneği ile açıklayabiliriz. Dolayısıyla farklı görüş ve inançları da sağduyu ile dinleyip anlayabiliyoruz, anlamalıyız.
Bir Batılı kadar mahir olamasak da çoğulcu ve özgürlükçü yanımızı, her şeyin küreselleştiği bir dünyada bir millet olarak var olabilmek için korumamız gerekiyor. Ne diyordu Musa Carullah: “Fikirlerimizi ve aklımızı, tüm boyutlarıyla hür bırakmalıyız. Her mü'minin düşünce ve mezhebine saygı göstermeliyiz. İnsanların fikirlerine muhalif olabilir veya daha fazlasını söyleyeyim, insanların fikrine düşman olabiliriz. Fakat mü'minlerin kendilerine her hâlükârda dost olmalıyız. Bir düşünceyi benimseyip benimsememe konusundaki farklı yaklaşımlardan dolayı kalplerin ayrılığı gerekmez.”
Bununla birlikte özgürlükçü ve çoğulcu olmanın önemli bir yanı özgürlük, şeffaflık ve eleştiri kültürüdür. Bu, bir görüşü ifade ettiğinizde ya bunu açıklayıp savunmayı veya yanlışlık olduğunu düşünüyorsanız/anlıyorsanız özür dilemenizi gerektirir. Ancak hem Ayasofya’nın ibadete açılışını “acı bir olay” olarak görenler hem de türbanlı hakimleri ötekileştiren siyasetçi bu beceriyi gösteremedi.  Halbuki bu insanlar, seçim zamanlarında oy almak zorunda oldukları halkla barışık bir görüntü vermekte pek de mahir sayılır.
Her iki söylemde de dinine, milletine, tarihine ve kültürüne yabancılaşmış bir zihnin ete kemiğe bürünmesidir. Lafı eğip bükmeye de gerek yoktur. Bu ülkede herkes biliyor ki 2020’de Ayasofya’nın yeniden bir mabed olarak kapılarını Müslümanlara açılma kararı, son iki asırdır Batılı kapitalist müstekbirler tarafından ötekileştirilmiş/aşağılanmış olan bir toplumun kendi ülkesinde kendi iradesini kullanabilme ve bayrağının dalgalandığı topraklarda söz söyleyebilmesinin işaretidir. Mahkeme kürsüsünde inancının gereği başörtülü bir kadını görmek ise, bir asırdır Batılılaşma ve çağdaşlaşma adına kendi halkının dini, tarihi ve kültürel kodlarına sırtını dönenlere karşı bir var oluştur. Bu nedenle önemlidir, anlamlıdır Ayasofya kararı ve türbanlı hakim meselesi. 
Ne kadar çağ değişirse değişsin, ne kadar ekonomik kaygılar üst sıraya çıkarsa çıksın, Anadolu insanı değerleriyle yaşar. Dini ve milli değerler bu toplumun mayası gibi. Bunları aşağılayan ve dışlayan bir politik söylem, ne halkın gönlünde yeri olacaktır ne de iktidar makamında. Zira tüm değerlerin popüler/yaygın Batılı kodlarla eriyip yok olduğu şu dünya da ya aslî değerlerimizle var olacağız ya da bir büyük girdabın içerisinde kaybolup gideceğiz…

 



Bu makale için yorum yaz

Not: Telefon ve E-Posta'nız gizlilik şartları gereği tarafımızca gizlenmektedir. "Yorum ve İsminiz" herkese görünür şekilde olacaktır. Hakaret ve buna dayalı tüm sorumluluk size aittir.